Tuesday, October 16, 2012

Bazı duygular var pahabiçilemez...

Hayal kurmak güzel şeydir. Çoğu insan bundan pek haz almasada bir o kadar çoğunluk da
hayalleri ile yaşar. Yaşayamadığımız ama yaşamayı arzu ettiğimiz, sahip olamadığımız ama
sahip olmak için yanıp tutuştuğumuz şeyler ve hatta kimseler için hayal kurarız. Bu bazen mutlu bir evlilik, bazen tatlı bir bebek, bazen üniversiteyi kazanmak, bazen ise istediğimiz ülkede özgürce yaşamak. Bana sorarsanız hayallerimiz bizim kıymetli hedeflerimizdir. Hedeflerimize ulaşmak için tüm çabamızı harcar, akıllar yürütür ve rüyalara yatarız. Kimi zaman hayalci olarak adlandırılırız ve inanın çoğu kişi 'Hayalci bir karakterdir.' cümlesini duyduğunda ya da sezdiğinde nedense önce bir duraklar... Hayalci olmak korkutur insanları. Gerçek hayattan kopuk yaşayan, ayakları yere basmayan bir insan türü gelir çoğunun
 aklına. Oysa ne güzel hediyedir bu verilmiş olan insana.

Hayal kurmak... Birşeyleri istemek ve onu kafanda, beyninin her hücresinde yaratmak. Onun için savaç açmak, bütün silahları kullanmak. Rakibinin hayallerini vurmadan, bombalamadan.  İşte o zaman bir güneş gibi parlar hayaller ve işte o zaman hayalperest amacına ulaşır.

Kıskanmak ne güzel şeydir. İnsanı azme sürüklemez mi? Ama öyle delice ve gözükara değil.  Usul usul ve incitmeden.

Sahip olmak isteyip de olamadığı ya da hayallerine sahip olan birini gördüğünde kıskanmaz mı insan? Duyar gibiyim sesleri 'Ben kıskanmam diye' mırıldanan ve inanın bende o mırıldananlardan biriyim ama gerçek şu ki çoğu insanın doğasında bu var. Kimisi hayranlıkla bakar ve bu bakış arttırır sahip olma azmini. Kimi ise istemez kendisinden başka kimsenin mutlu olmasını, hayallerine koşmasını. Onun sahip olamadığına  kimse sahip olmasın ister ve bu duyguyla gizli bir savaş açar, saldırır karşındakine. Sahip olmasın, tutmasın, görmesin, hissetmesin ister. Ne kötü şeydir işte o zaman kıskançlık...

Sevdiği kişiyi de kıskanır insan. Dikkat çekmesin, kimseler ona bakmasın, kimseler onun gibi sevmesin ister. İşte insanın bencilliğini ortaya çıkaran bir diğer yanı kıskançlığın...

Duygular iyidir, güzeldir. Varolduğumuzu, yaşadığımızı hatırlatır bize. Kalplerimizi ateşler, kırbaçlar. Ta ki bizi hortumuna alıp sürükleyene, kontrolümüzden çıkana kadar. İşte o zaman bizden öte bir karakter olup dikilir önümüze ve kapatır gölgemizi. Ne yapmak lazım, nasıl bir yol izlemek lazım bu size kalmış. Mevlana'nın dediği gibi 'Düşüncen konuşmana, konuşman hareketine, hareketin kaderine yansır, Güzel düşün. güzel yaşa..!

Sevgiler,

Thursday, August 30, 2012

30 Ağustos'u Yaşıyormusun...


Çoğumuz Zafer Bayramı'nı sadece okuldan kalan bir alışkanlık ile kutluyorduk fakat büyüdükçe ve değerlerimiz elimizden teker teker kaydırılmaya başlayınca daha bağlı, daha savunmacı ve sadık olduk. Zafer Bayramı sadece bizim milletimizin değil Kıbrıs'ın da ulusal bayramı aslında. 30 Ağustos günü her yıl bu bayramı kutluyoruz. Peki kaçımız bu günün ve bunun gibi Bayram adı altında topladığımız o şerefli günlerin gerçekten anlamını biliyoruz ve kaçımız bunu çocuklarımıza öğretiyoruz. 

Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos'ta başlayıp, 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni anmak için kutlanmaktadır. Zafer Bayramı, ilk defa 1923 yılında sadece bazı illerde (Afyonkarahisar, Denizli, Kahramanmaraş, Ankara ve İzmir) kutlanır yani resmi olarak hemen ilan edilmez. Resmî olarak ilân edilmesi ise 1935 yılının Mayıs ayında olur.

Öncesinde 23 Ağustos - 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Savaşı'yla Yunan orduları gerilemek zorunda kalır ve bu başarı neticesinde meclis tarafından Sakarya Savaşı'ndan sonra Mustafa Kemal'e mareşal ve gazi unvanları verilir. 

Sonrasında ise Yunan ordularının topraktan atılma kararı alınır. İki kez ertelenen Sad planı (Taarruz planı ) Ağustos ayında tamamlanır. İstanbul'daki cephane depolarından silah ve cephane gizlice Anadolu topraklarına getirilir, itilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarılır, yeni silahlar satın alınır, orduya taarruz eğitimi yaptırılır. Gazi Mustafa Kemal'in başkomutanlığını yaptığı Türk ordusu, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırır ve birkaç saat içinde düşman mevzileri ele geçirilir. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alınır. Büyük Taarruz'un başarıyla sonuçlanmasından sonra Yunan orduları İzmir'e kadar takip edilir. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden temizlenmiş olur.

Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırılır.

Bütün bunların yanısıra her yıl, Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksekokulları bu tarihte mezun veriyormuş ve tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli oluyormuş, tabi hala değişmediyse!!!

Şimdilerde unutturulmaya çalışılan bu bayramın arka yüzünde görüyoruz ki azimle ve inançla savaşan bir türk ordusu var. Kimisi bu savaşta şehit oldu, kimisi gazi, kimisi ise taşıdı bu şerefi yaşamı boyunca. Çocuklarına ve torunlarına anlattı.

Zafer Bayramı'nı gerçekten isteyerek ve anlayarak kutlamalıyız. Ancak bu şekilde Atatürk'e, silâh arkadaşlarına ve komutasında savaşmış askerlere minnettarlığımızı sunabiliriz. 



Gençlik herşeydir. Nesiller değişiyor ama geçmiş ve yaşananlar asla değişmeyecek. Sahip çıkalım Bayramlarımıza ve unutmayalım ki bu günlerdir milletimizi bir arada tutan, kenetleyen ve birlik duygusunu aşılayan.

Ne Mutlu Türk'üm Diyene...

Sevgiler...

Thursday, August 16, 2012

Yayla Sahili'nde Bir Mola...

Edirne'ye bağlı Keşan ilçesinin bir bölümü diyebiliriz Yayla Sahili için. Henüz keşfedilmemiş bir cennet. Keşfedilmemiş diyorum çünkü insanı tatilde bile yoran o kalabalıktan eser yok burada. Ne o çok pahalı alışveriş merkezleri ne de büyük marketlerden bulamazsınız ama her türlü ihtiyacınızı karşılayan küçük küçük işletmeler mevcut. 
Temiz bir denizi var. Hatta şanslıysan yağmur altında denize girip balıklar ile yüzmenin tadına varabilirsin. Yağmurdan sonra oluşan gökkuşağı ise günün hediyesi gibi. Deniz adeta bir çarşaf havasında. Dalgasız ve dümdüz. Serin suya kendini bırakıyorsun. Kıyıdan bile denizin dibini görmek mümkün. O kadar keşfedilmemiş ki kirlenmeden duruyor öylece. Denize daha bir adım attığında altındaki taşları ve kumu net görebiliyorsun. Çok büyük olmasa da güzel bir sahili var. Şemsiyesini açıp güneşlenmek isteyenler için bulunmaz bir fırsat.

Ufak tefek hediyelik eşya ve deniz malzemelerinizi küçük çarşısından temin edebilirsiniz. Hatta çarşı sonlarına doğru iyi bir dondurmacı alışverişinizin bitiminde size merhaba diyor ve o buz gibi dondurmadan yediğinizde tüm yorgunluğunuz yokoluveriyor...

Negatif tarafları yok mu ??? Tabi ki var. Mesela acayip bir sinek cenneti. Sinek familyasının her türlü üyesi mevcut durumda. İlk günlerin tecrübesizliği ile bu ordunun saldırısından kaçamıyor insan ama olayı keşfedince ve önlemini almaya başlayınca burada tatil daha bir güzelleşiyor. Sonuç olarak sinek ilacı ve bilhassa prize takılan o meşhur aletlerden tavsiye edilir. 
Eğer bir yazlığınız varsa Yayla Sahili'nde rahat rahat tatilin tadını çıkarabilirsiniz fakat evi olmayanlar için pansiyon ve kiralık yazlık evler mevcut. Onur Apart sahibi Süleyman Bey bu konuda yardıma hazır durumda. Evleri hem temiz hem de çok kullanışlı ve kişi sayısına göre alternatif yaratılabiliyor. 


Özet olarak Edirne tarafına yolu düşenlerin uğraması, uğrayıp da söyle denizine girip serinlemesi gereken bir cennet. Güneşin altında parlayan taze ve berrak denize kendinizi atın ve bırakın balıklar eşlik etsin size...


Sevgilerimle...

Monday, July 16, 2012

Emirgan Korusu'nda Kahvaltı Keyfi



Çoğumuzun bildiği bir mekan olan Emirgan Korusu'nda bir kahvaltı keyfindeydik. Aslında brunch desek daha uygun olacak. Mis gibi laleler ve rengarenk çiçekler süslemiş dört bir tarafı. Leziz çayını yudumlarken bu kokular ile sarhoş olmamak ne mümkün... Sabah 10.00'dan sonra kendini  nefis bir kahvaltı ile şımartmak isteyenler için güzel bir mekan. Büfesi zengin. Arzu ettiğin şeyleri tabağına alıp bahçesinde de iyi bir masa bulabilirsen deymeyin keyfinize. Yalnız haftasonlarının yoğunluğunu unutmamak lazım. Zira talep çok fazla ve mekan oldukça kalabalık. Bizim tercih Sarı Köşk'den yana idi fakat Beyaz ve Pembe Koşk'de misafirlerini ağırlamaya hazır vaziyette.


Benim için bu günü eşsiz kılan ise daha önce iki kişilik programladığımız bu tarz günleri artık üç kişilik planlamamızdı.Sevgili oğlum Kerem'de katıldı bize. Tabi nerde olduğunu çok anlamadı ama rengarenk masayla, bahçedeki çiçeklerle ve kocaman havuz ile ilgilendi uzun bir zaman. Kalan vaktini ise uyuyarak geçirdi. 



Eğer birgün yolunuz düşerse koruya güzel bir kahvaltı yapın derim. Tabi ben kendi soframı hazırlarım diyorsanız koru içindeki boş masalardan birini alıp piknik havası ile güne merhaba diyebilirsiniz. Sonra koruda bir gezinti ile tüm yediklerinizi yakma şansınızda var :) Havuzdaki kuğuları ve ördekleri izleyin, bol bol fotoğraf çekin. Aşağıya doğru inen yol sizi sahil ile buluşturacak. Deniz havası ile devam etmek isteyenlerin kaçırmaması gereken bir son. Ama unutmayın ki yaz olması sebebi ile plaj havasına bürünmüş kalabalık bir sahil sizi bekliyor olacak. :( Biz bizzat yaşadık. Olsun ben herşeye rağmen taze havayı koklarım diyorsanız o başka tabi.Unutulmaması gereken ise eğer yaş ortalaması yüksek ise akşama program yapmamak zira koru havasından mı yoksa deniz havasından mı insan bayağı yorgun düşüyor. Ne mutlu ki biz hala program yapanlardandık...


Sevgiler...

Saturday, June 30, 2012

İlk Oyuncağı Bir İsveç Geyiği

Canım oğlumun ilk oyuncağı Mert abisinin ona İsveç'ten getirdiği kahverengi güzel mi güzel değerli mi değerli bir geyik. Aslında oğlumun odası şimdiden sayısız oyuncak ile dolu sağolsun halaları ve teyzeleri bu konuda çok titiz bir çalışma yaptı :) Bu oyuncağı onun ilkleri listesine alan ise Kerem'in tutma kabiliyetini daha yeni yeni öğreniyor olması ve eline almaya çalıştığı, tutmak için hayli mücadele ettiği oyuncak olmasıdır. Muhtemelen ne olduğunu henüz anlamıyor ama bazen ayağından bazen elinden bazende kafasından tutarak, tutmaya çalışarak eğlendiriyor kendini. Sanırım yakında ağzına bie götürmeyi öğrenecek.





İnsan herşeyi bilerek doğduğunu düşünüyor tıpkı hiç ölmeyeceğini düşündüğü ve hiç ölmeyecek gibi yaşadığı. Oysa ki bizde öğrendik çocukken konuşmayı, yürümeyi ve bir nesneyi tutabilmeyi. Bana daha önce basit görünen bu özelliğin değerini Kerem ile daha iyi anladım. Bir şeyi elinde tutmaya çalışmak... Öyle düzgün bir yerinden değil, orasından, burasından öylesine. Gerçekten müthiş bir uğraş ve çaba göstergesi ama hepimiz başarmadık mı bunları tıpkı yaşamayı öğrendiğimiz gibi, kimi zaman mutlu anları, kimi zaman ise hüzünlü zamanları. 


Doğduğumuzda adeta boş bir cd, bir defter gibiyiz hepimiz ve öğrendiğimiz şeyler ile zaman içinde bu cd, bu defter dolmaya başlıyor. Kuşkusuz hep mutlu şeyler ile doldurmak istiyoruz ama  ağlamazsak nasıl anlarız gülmenin kıymetini...


Güzel oğlum şimdiden birçok şey öğretmeye, hatırlatmaya başladı bana. O yeni şeyler öğrendikçe ve yaptıkça benimde doldurmam gereken o alanda güzel anılarım, anlarım birikiyor. Yaşama sevincim artıyor ve tekrar tekrar teşekkür ediyorum Rabbime bana onu hediye ettiği için. 


Kerem, oğlum umarım senin defterin hep elinde tutabildiklerin ile dolu olur.

Sunday, May 20, 2012

Kanguru Münasebeti



Canım oğlumun ilkleri başladı tabi ve ben bu anları onunla paylaşabildiğim için çok şanslıyım galiba...


Geçenlerde kanguru ile ilk tanışmamızı yaşadık. Ben biraz tedirgin. Her anne yaklaşımında olduğu gibi kullanmaya başlamadan önce 'Acaba düşer mi?, Bebeğim rahat eder mi?' gibi sayısız soruları sormaya başlamıştım bile. Neyse ki sonunda kendimi bu sorulardan hızlıca arındırarak yerleştirdim oğlumu kanguruya ve başladık tur atmaya. Komik olan ise hava muhalefeti nedeniyle biz bu tecrübeyi evde yaşamak zorunda kaldık yani tur attığımız alan salon ile diğer odalar arası mesafedeydi  :) Önce yanındamıyım diye beni süzmeler, ardından tuhaf tuhaf etrafa bakışlar, etrafı değişik bir konumdan incelemeler. Sonuç ne diye soruyorsanız eğer sanırım bizimki beğendi bu kanguru olayını ki daha 10 dakika bile geçmeden uyur vaziyette buldum kendisini :) Rahat, huzurlu ve bu ilk deneyimi başarıyla tamamlamış olarak.


Görünen o ki biz bu münasebete devam edeceğiz. Yani kanguru ile işimiz daha bitmedi. Sadece yeni yeni mekanlar bulmamız gerekiyor kendimize. :) Şimdi ikimizinde gözü ve kulağı yeni ilklerde. Yeni ilkler yaşayıp biriktirmek ve tümünü hafızamızın en lüks köşesinde saklamakta, saklayabilmekte...



Wednesday, March 7, 2012

Seni beklerken...

Bir anne bebeğini beklerken neler hisseder, neler yaşar ve hangi duygular yeşerir içinde. Her anne hoşgelmesini bekler bebeğinin dünyaya. Yaşamadığı, tatmadığı ve hayatında ilk olacak birçok şeyi yaşamak için hazırlar kendini. Ona kavuşmak dokuz ay gibi bir süreyi göstersede anne onu koklamak ve gözlerine bakıp sımsıkı sarmak ister göğsüne biran önce. Tabi ki bu duygu yoğunluğunu yaşayacağını önceleri tahmin bile edemez ama duyduğum bir söz ne kadar anlamlı geliyor şimdi bana ' Bir kadın anne olma duygusuna hamile olduğunu öğrendiği anda sahip olurmuş. '                                                                                        


O minicik melek hayatımıza girip yeni yeni birçok duyguyuda beraberinde getirecek elbette. Anne beklerken bebeğini hızını kesmez hiçbirşeyin. Onun için en güzel dünyayı yeşertmeye çalışır hep bu zaman zarfında. Ona aldığı ilk tulum, ilk çorap, ilk şapka hep bir hayal aleminde yaşatır. Sayılı günlerden sonra girer hayatımıza ve hep varolmaya devam eder. Kimbilir bir anne ve babanın ondan öğreneceği ne kadar çok şey vardır. Bize öğreteceği ve büyük bir mutluluk ile yaşatacağı ne kadar çok şey.


O ilk an...Onu göreceği ve kucağına verecekleri o ilk an. Nasıl olabileceğini ve neler hissedeceğini tahmin bile edemez insan. Heyecan, mutluluk, huzur, endişe, korku...Hepsinin içinde olacağı bir yelpaze serinletir yüzümüzü, ruhumuzu ve benliğimizi. 


Anne olma hissini bende çok sevdim elbette. Hareketlerini hissetmek...Orda büyümesi ve herşeyin sırasıyla devam etmesi bir mucize adeta. 


Sen bir tohumdan büyüyecek ağaç gibisin. Tohum yeşerecek ve sonrasında fidan olacak ve o fidan ilerde bir ağaç olup yaşam verecek etrafına. İşte onu yeşertmek, ayakta tutmak ve güçlü kılmak gerekecek. İlgi bekleyen sana sevgimizi vermek, su ve güneş isteyen seni sefkat ve aşk ile sarmak sarmalamak. Atatürk'ün dediği gibi  ' Dünyada her güzel şey kadının (ananın) eseridir.' Sevgilerimle



Bazı duygular var pahabiçilemez...

Hayal kurmak güzel şeydir. Çoğu insan bundan pek haz almasada bir o kadar çoğunluk da hayalleri ile yaşar. Yaşayamadığımız ama yaşamayı arzu...